Hikayede adı geçen kişi ve
kurumlar tamamiyle hayal ürünüdür.
Salı, 31.10.2006
ÇILGIN SEDAT 6: FATMA’NIN İNTİKAMI
O gün yine normal günlerden biriydi. Ben yine tam
okulun önünden geçerken dayanamayıp içeri girdim ve yine öğrencilerin
hazırladığı panodaki bir yazı dikkatimi çekti; ama bu sefer bir anı
yazmışlardı. Biraz gözden geçirince bunun aslında bizim başımızdan geçen bir
olay olduğunu anlamam uzun sürmedi.
“Lise 2.
sınıftaydık. Dersimiz boş olduğu için dışarıda ceviz ağacının altındaki
banklarda oturuyorduk. Mevsimde sonbahar olduğu için ağaç cevizleri
taşıyamıyor; cevizler dökülüyordu. İşin ilginç yanı biraz sonra beliriyordu.
Cevizin yere düştüğünü duyan Çılgın kulübesinden koptuğu gibi gelip düşen
cevizleri topluyordu. Hatta Çılgın’ın yaklaşık bu 30mlik mesafeyi 3snde
aldığını söyleyenler bile vardı.”
O günün bizim açımızdan farklı bir özelliği vardı. O
gün Çılgın’ın evi terk edişinin yıldönümüydü. Bizde her yıl olduğu gibi
Fatma’yı ziyarete gidecektik. Herkesi aradım, buluşma yeri ve saatini kararlaştırdık;
bir tek Gökhan kalmıştı. Telefonu cevap vermiyordu. 118’den babasının
numarasını öğrendim ve ona ulaştım. Bana Gökhan’ın düğünde havaya rastgele
atılan bir molotof kokteylinden dolayı öldüğünü söyledi. Zaten pek sevmezdim
kendisini, pek üzülmedim.
Kararlaştırdığımız saatte buluştuk ve Keramettin
köyüne doğru yola çıktık. Fatma’nın evi çamur içinde bir tarlanın ortasındaydı.
Söve söve, bata çıka eve ulaştık. Kapıyı çalıyorduk; fakat kimse açmıyordu.
Oysa içeriden 7+1 ev sinema sisteminin sesi geliyordu. Maymuncuk anahtarı
yardımıyla kapıyı açıp içeri girdik. Görünürlerde kimse yoktu. Bütün evi
çekmecelerin içine varıncaya kadar aradık; ama geçen ay çalınan kaşıkçı
elmasından başka bir şey bulamadık. Bunun üzerine mahallenin muhtarına gitmeye
karar verdik; ancak o da nerden bilecek ki deyip fikrimizi değiştirip Fatma’nın
evin az ilerisinde oturan Duygu’ya gitmeye karar verdik. Köyde biri tuvalete
gitse onun haberi olurdu. Aynı zamanda kendisi Fatma’nın liseden arkadaşıydı.
Duygu’ya Fatma’yı sorduğumuzda olayı bir bir anlatmaya başladı:
“3 hafta kadar önceydi. Köydeki ağaçlar çok fazla
ceviz vermeye başlamıştı. Başlarda bu köylü için sevindiriciydi; fakat yere
düşen cevizler yolları kapatınca bir şeylerin ters gittiğini anladık. Ceviz
yüksekliği arttıkça elektrik,su,doğalgaz ve son olarak da telefonlar kesildi.
Ne köyden çıkabiliyorduk ne de yardım çağırabiliyorduk… Derken cevizleri yara
yara gelen bir yabancı göründü. Kafasında bandanası, üzerinde takım elbise,
sırtında peleriniyle köye doğru geliyordu. Tüm gözler bu gizemli adamın
üzerindeydi. Adam muhtarın yanına gitti ve “Sizi bu dertten kurtarırım; ancak
iki isteğim var: bir, kimse ben söyleyene kadar evinden çıkmayacak; iki, bu
cevizlerin hepsi benim olacak.” dedi. Muhtar başka çaresi olmadığı için hemen
şartları kabul etti. Herkes evlerine çekildi; ama ben durur muyum, elimde
dürbün bütün gün onu seyrettim. Tek yaptığı gün boyunca ceviz ağaçlarının
altında gayda çalmaktı. 1,2,4,10,15… Günler geçmişti, hala bir gelişme yoktu.
Ben yine bir değişiklik görememenin verdiği hüzünle dürbünümü baş ucuma bıraktım ve uykuya daldım. Sabah kalktığımda
neye uğradığımı şaşırdım… Etrafta cevizden eser kalmamıştı. Ben yine de
dürbünümü aldım ve etrafı kolaçan etmeye başladım. O sırada gizemli adamı
gördüm ve de yanında Fatma’yı. Fatma’yı çekiştire çekiştire götürüyordu. Hemen
müdahale etmek için dışarı çıktım; ama ben çıkana kadar çoktan gitmişlerdi. O
günden beride ne Fatma’dan ne de gizemli adamdan haber alamadık.”
-“Peki adamın belirgin bir özelliği var mıydı?”
Biraz düşündü “Dıştan bakınca zaten sadece gözleri
görünüyordu; ancak ilginç bir özelliği vardı, ne zaman yanından liseli biri
geçse hemen durdurup sen nereye gittiğini sanıyorsun diyordu.
O an onun Çılgın olduğunu anlamıştım. Onu alıp götüren
tusunami dalgası döndürüp dolaştırıp buralarda bir yere atmış olmalıydı; ama
emin olmak için bir cevaba daha ihtiyacım vardı:
-“Peki Duygu, hatırlıyor musun o adam ilk geldiğinde
tarih neydi?”
Biraz düşündü, hatırlayamayınca bilgisayarından
ajandasını kontrol etti ve “30 Şubattı” dedi.
İşte şimdi emin olmuştum. Her yıl olduğu gibi bu yılda
30 Şubatta geri dönmüştü. Yanımdaki arkadaşların bön bön bakındığını görünce
düşündüklerimi onlara da anlattım. Pek anlamasalar da bana onay verdiler.
Duygu’ya teşekkür edip evden ayrıldık.
Çılgın’ın geri gelişini anlamıştım; fakat yıllar önce
terk ettiği karısını neden kaçırdığını anlamamıştım. Her zaman olduğu gibi
olayı araştırmaya karar verdim. Hemen pederi arayıp bu konu hakkında bilgi
toplamasını istedim. Ne de olsa Hüsnü o zamanlar CIA’in başındaydı.
Ertesi gün Hüsnü’nün aramasıyla uyandım. Telefonu
açtığımda “Pamela Anderson’un odasına gizli kamera yerleştirdiğiniz, di mi”
dedi. Baba ben Burak ,oğlun deyince önce biraz afalladı sonra da “Heee, Burak
sen miydin, senin işini de hallettim; Çılgın en son Havai’de görülmüş.” dedi.
Baba bir yanlışlık olmasın ne işi var Çılgın’ın orda deyince “Haa,pardon. O
Bülent Ecevit’miş, Çılgın en son E.A.Ö.L.’deki kulübesinde görülmüş.” dedi.
Bizde ilk havırkraftla Edirne’nin yolunu tuttuk.
Okulun önüne vardığımızda Çılgın’la Fatma’nın hala
kulübede olduğunu gördük. Ben alışkanlıktan hemen karşı tüpçüden sanayi tipi bir
tüp kapmış operasyona başlıyordum ki Furkan’ın pofur pofur Küba purosu içtiğini
görünce mecburen tüpü bıraktım. Ne yapabiliriz diye düşünürken deprem olmaya
başladı. Deprem o kadar şiddetliydi ki yer yarılmaya başladı. Önümüzden geçen
kırık Çılgın’ın kulübesini ikiye ayırdı. Kulübe ikiye ayrılmıştı ve Fatma
boşlukta kalmıştı. Tam düşerken Çılgın, Fatma’yı bir Malkoçoğlu çevikliğiyle
elinden yakaladı. Biz karşıda oturmuş patlamış mısırlarımızı yerken, onlar
sevgi dolu gözlerle birbirlerine bakıyorlardı. Bir süre bakıştıktan sonra
Çılgın, Fatma’yı yukarı çekti. Biz Fatma’dan Çılgın’a sarılıp onu affetmesini
beklerken o Çılgın’ın boş bir anını yakalayıp onu boşluğa itti. Çılgın’ın
düşerken söylediği son söz… Neyse şimdi söylemiyeyim ayıp olur.
Artık Çılgın’ın ölümüne alıştığımız için pek aldırış
etmeden olayın aslını öğrenmek için Fatma’nın yanına gittik. Tam olayları
anlatmaya başlayacaktı ki artçı bir şokun başlamasıyla Fatma da çukura düştü.
Fatma ilk kez ölmesine rağmen nedense ona da pek üzülmedik. İkisinin de ruhuna
bir Fatiha okuduktan sonra olay yerinden ayrıldık.
Çılgın bir dahaki 30 Şubata dönecek,dönmeli. Merak
ettiğimiz konu tek mi dönecek yoksa Fatma’yla mı, yoksa Fatma ayrı mı gelecek,
yoksa Fatma gelmeyecek mi? diyerek huzurlarınızdan ayrılıyorum. Kalın
sağlıcakla.
Burak Bora