Hikayede adı geçen kişi ve kurumlar tamamiyle hayal
ürünüdür.
Pazartesi, 12.02.2007
ÇILGIN
SEDAT 7: DÜNYA’YI KURTARAN ADAM
(Son Bölüm)
...Artık Çılgın’ın
ölümüne alıştığımız için pek aldırış etmeden olayın aslını öğrenmek için
Fatma’nın yanına gittik. Tam olayı anlatmaya başlayacaktı ki artçı bir şokun
başlamasıyla Fatma da çukura düştü. Fatma ilk kez ölmesine rağmen nedense ona
da pek üzülmedik. İkisinin de ruhuna bir Fatiha okuduktan sonra olay yerinden
ayrıldık.
Furkan’ın annesinin
sipariş ettiği 2 kilo hıyarı Furkanlara götürecek oradan da Buçuktepe
mezarlığına gidip merhumeye bir mezar yeri ayarlayacaktık. Bir sokak arkaya
geçtiğimizde yolun kırmızı şeritlerle kapatıldığını gördük. Ne olduğunu
öğrenmek için çalışanlardan biriyle konuştuğumuzda; burada doğalgaz rezervi
tespit ettiklerini, kepçelerin yol kenarlarına dikilecek bambu ağaçları için
yer kazdıklarını bu yüzden de kuyuları dinamitler yardımıyla açmak zorunda
kaldıklarını söyledi. Hatta 5dk kadar önce dinamitin etkisini arttırmak için
yanına koydukları TNT’nin büyük bir sarsıntıya ve geniş yarıklara neden
olduğunu söyledi. O an birkez daha olayı çözmüştüm. Yarıklara patlayıcı sebep
olduğuna göre çok derin olamazdı. Yani Fatma hala hayatta olabilirdi. Bunu
arkadaşlarıma da anlatmak için arkamı döndüğümde birden bir patlama daha oldu.
Kan gövdeyi götürüyordu. Olay yerine hemen birçok polis ve ambulans geldi.
Arkadaşlarımı ararken polis benide görgü tanığı olduğum için karakola götürdü.
Karakolda 1 saat kadar
bekledikten sonra gidebileceğim söylendi; fakat ne olduğunu anlamak istiyordum
ve de arkadaşlarımın nerede olduğunu. Komiserin yanına gidip patlamanın
nedenini bulup bulmadıklarını sordum:
Komiser: “Evet bulduk.
1.90 boylarında, zayıf, kara biri ağzında Küba purosuyla TNT varilinin içinde
ne olduğunu anlamak için kafasını varilin içine sokmuş; fakat mühendisler bu
kadar büyük patlamaya yol açacak kadar TNT bulunmadığını söyledi. Birkaç
tanıkla daha görüşünce olayı çözdük. Kara beyin yanındaki 1.75 boylarında hafif
şişman kişinin oturmak için 3 kasa dinamiti varilin yanına getirdiğini TNT’nin
patlamasıyla dinamitlerinde patladığını öğrendik.”
Bu da demek oluyorduki 2
arkadaşım daha hakkı rahmetine kavuşmuştu. Yani araştırmalarımda bana köstek
olan 2 kişi daha azalmıştı; ama Alper’den hala ses seda yoktu. Onunda öldüğünü
sanıyordum ki karakoldan çıkınca dışarda paralarını desteler bir vaziyetteyken
karşılaştık. Hemen onuda alıp Fatma’nın yanına gittik. Tahmin ettiğim gibi
çukur 2m kadardı; fakat 1.30 dolaylarında olan Fatma’ya bu bile yüksek
kaçmıştı. İçeride çırpınıp duruyordu. Onu dışarı çıkarıp Çılgın’ın niçin onu
kaçırdığı sorusunu nihayet sorabildik.
Fatma: “Cevizleri yara
yara gelen kişinin o olduğunu hemen anlamıştım; fakat kaçacak yerim yoktu,
heryer cevizlerle kaplıydı. Gelişinin üzerinden yaklaşık 2 hafta geçmişti. O
sabah kapının kırılmasıyla uyandım. Ne olduğunu bile anlayamadan beni sırtına
aldı ve buraya getirdi. Bana adada kaldığı 29 yıl hakkında ne bildiğimi sordu.
Sadece etrafta dolaşan söylentileri bildiğimi söyledim. Derin bir nefes aldı ve
–Peki! Sana niye evi terk ettiğimi ve 29 yıl boyunca ne yaptığımı anlatacağım-
dedi ve anlatmaya başladı.”
Çılgın: 93 yılında
seninle tanıştığımızdaki mesleğimi hatırlıyor musun?
“Tüpçüydün”
İşte daha başında
yanıldın. Tüpçülük imajı sadece bir düzmeceydi. O zamanlar MİT adına
çalışıyordum ve bir uyuşturucu çetesi hakkında araştırma yapıyordum. Ta ki o
güne kadar. Sana gerçekten aşık olmuştum. Sırtımdan düşen tüpü hatırlıyor
musun, hani 53 mültecinin ölümüne sebep olduğum söyleniyordu. Aslında o
ölenlerde MİT elemanıydı, bu nedenle görevime son verildi. Aslında MİT’teki en
başarılı ajanlardan biriydim; ama bu olay basına sızarsa huzursuzluk
yaratabileceği söyleniyordu. Neyse; 1 yıl kadar sonra bir mektup geldi. Mektup NASA’dandı.
Başta bir anlam veremedim. Aslında okuyunca da pek bir anlam veremedim. Gizli
bir görev hakkında konuşmak için beni Edirne şubelerine davet ediyorlardı;
fakat gelmem halinde bunun dönüşü olmayan bir yol olduğunu, bu yüzden tüm
yakınlarımı terk etmem gerektiğini söylüyorlardı. Altına da –Dünyanın sana
ihtiyacı var Çılgın!!- diye not düşmüşlerdi. 1 hafta kadar düşündüm ve sonunda
gitmeye karar verdim.
Edirne’ye varınca
verilen adrese gittim. Ordaki en üst düzey görevli beni karşıladı ve orda olma
amacımı anlattı. Söylediğine göre Dünya’nın sonu gelmekteymiş. Tespitlerine
göre Küçük Hüsamettin ve Büyük Hüsamettin adını verdikleri 2 göktaşı 15 yıl
sonra Dünya’ya çarpacakmış. Önlemenin tek yolunun göktaşlarının üstüne inip yok
etmek olduğunu söyledi. Daha önce buna çok benzeyen bir film izlemiştim ve
başroldeki Bruce Wills görev sırasında ölmüştü. Bana düşen görevi sorunca
–Görevde başrolde sen olacaksın- dedi. İyice kıllanmıştım; ama bir kez daha
Dünya’nın sana ihtiyacı var gazını verince dayanamadım ve kabul ettim.
Astronotluk konusunda
bir deneyimim olmadığı için bu 15 yıl içinde eğitilecektim. Eğitimimin ilk 10
yılı Edirne’de olacaktı. Daha sonra 5 yıl boyunca okyanusun ortasındaki bir
adada eğitimim sürecekti. Edirne’de kalacağım süre içinde aynı zamanda bir
yerde çalışmamın daha iyi olacağını söyledi.
9 yıl kadar bir
cezaevinde çalıştıktan sonra 1 yıl bir lisede çalıştım. 10 yılın sonunda
beklenen telefon geldi ve kalan 5 yıllık eğitimim için adaya çağrıldım; ama
geride bir iz bırakmamam hatta herkes tarafından öldüğümün sanılması gerektiği
söylendi. Normal bir ölümün bana yakışmayacağını düşündüm ve ilginç bir ölüm
tasarladım: bir tırın çarpması sonucu ölecektim. Tırın tesadüfen çarpmasını
bekleyemeyeceğim için okuldan bir öğrencinin babasıyla anlaştım. Kendisi aynı
zamanda tecrübeli bir kamyon şoförüydü. Tırcıya 100m kadar ileride işaretimi
beklemesini söyledim. Öldüğüme birkaç kişininde şahit olması gerekiyordu. Biraz
bekleyince 4 kafadarın kapıya yaklaştığını gördüm ve tırcıya işaret verdim.
Talebeleri geri çevirdiğim anda kendimi yola attım, eğitimin de verdiği
çeviklikle yaralanmadan kasaya düştüm. Tırla İtalya’ya oradan da gemiyle
okyanusa açıldık. Tıra düşüp ölmediğimi düşünenler olabileceği için adaya
vardıktan sonra içindekilerle birlikte gemiyi batırdılar.
Buradaki 5 yıllık
eğitimide tamamladıktan sonra artık göreve hazırdım. Dönemin tüm olanaklarından
yararlanılarak hazırlanmış roketle birlikte 2010 yılında havalandık. İlk hedef
Küçük Hüsamettindi. 1 hafta süren yolculuk sonrasında Hüsoya ulaştık.
Belirlenen miktarda patlayıcıyı belirlenen yerlere sorunsuzca yerleştirdik ve
Hüsodan ayrıldık. Yeterince uzaklaştıktan sonra patlayıcıları ateşledik.
Hüso milyonlarca küçük parçaya ayrılmıştı. Dünya atmosferine giren küçük
parçalarında telaşa yol açmaması için bunun olağan bir göktaşı yağmuru olduğu
yalanı insanlara kolaylıkla yutturuldu.
Zaman kaybetmeden Büyük
Hüsamettine doğru yola çıktık. B.Hüsoyada sorunsuzca inip patlayıcıları
yerleştirdik. Kısa bir ihtiyaç molası verdikten sonra Hüsodan ayrıldık ve
yeterli mesafeyi alınca patlayıcıları ateşledik... Fakat B. Hüso sadece 2
parçaya ayrılmıştı; ama bu bile Dünya’ya çarpmasını engellemişti. Geriye
döndüğümüzde kahramanlar gibi karşılandık; fakat bunu sadece NASA’dakiler
biliyordu.
25 yıl daha bu adada
NASA’ya hizmet verdim. Ta ki Çiğdem’in resmini görünceye kadar. Hasretine daha
fazla dayanamadım ve adadan firar ederek Türkiye’ye döndüm. Daha sonra başıma
gelenler gerçekten doğru: gerçekten bir silindirin altında kaldım, gerçekten
hafızamı yitirdim ve gerçekten o tusunami dalgasının NASA tarafından beni almak
için yaratıldğını bilmiyordum. Aslında o dalga sadece efektten ve gelişmiş bir
ses sisteminden ibaretti. Bir helikopter beni aldı ve yeni bir göreve doğru
yola çıktık.
Nasıl olduğu bilinmeyen
bir şekilde B.Hüso Dünya’nın yörüngesine yeniden girmişti ve bu sefer önümüzde
yıllar değil haftalar vardı; ama bu sefer işimiz zordu ve ben sana gerçekleri
anlatmadan gitmek istemedim. Evet; seni bu yüzden kaçırdım ve şimdi de yeni
görevime gidiyorum...” derken yer yarıldı ve ben boşlukta kaldım, beni son anda
yakalayıp çıkardı. Sizin bizi izlediğinizi görünce onu çukura itmemi, böylece
benim size bunları anlatmak zorunda kalmayacağımı söyledi bende dediğini
yaptım. O da çukurdan yoluna devam etti.”
Bu güne kadar olayları
nasıl bu kadar yanlış anladığımı anlamamıştım; ama yinede Çılgın’ı takip
etmeliydik. Hemen karşı kırtasiyeden sanayi tipi bir tüp alıp çukura atladık.
Çılgın’ın izlerini takip ettik. Çılgın’ı bulduğumuzda bir uçağa biniyordu,
bizde bir yolunu bulup gizlice uçağa bindik. 7-8 saat sonra yere indik. Sanırım
burası Fatma’nın bahsettiği adaydı. Biraz dolaştıktan sonra gördüğümüz kalkışa
hazır füze bu tezimizi güçlendirdi. Çılgın’ı bu yüce görevinde yanlız
bırakamazdık. Bu yüzden rokete girmenin bir yolunu bulduk ve saklandık.
Yorgunluktan ikimizde uyuya kalmışık.
Uyandığımızda roket
çoktan ateşlenmişti. Artık ortaya çıkmanın zamanı gelmişti. Çılgın bu sefer
görevinde tek başınaydı; çünkü ondan istenen patlayıcı yerleştirmesi değil,
bodoz roketle birlikte göktaşına girmesiydi. Tabi biz bunu ce-eee diye kontrol
kabinine girip Çılgın’ı kalpten öldürdükten sonra anladık. NASA’ya durumu
bildirdiğimizde 2 kişide orda öldü. NASA yetkilileri durum çaresiz olduğu için
halka açıklamaya karar verdi. Hatta açıklamada bizim isimlerimiz bile
geçiyordu. Yani eğer bunu başarırsak kahraman olacaktık.
Kanımızda olacaktı ki
roketi kullanmayı hemen öğrendik ve tam gaz Hüsoya doğru yol aldık. Hüso 1
günlük mesafedeydi. Bu son saatlerimizi en sevdiğimiz şeyi yaparak geçirmeye
karar verdik: yani uyuyarak. Uzayda oyuncak ayı bulamadığımız için bulduğumuz
soğutma tesisatına sarılarak uykuya daldık. Rüyamda hayatım bir yuutub videosu
gibi gözlerimin önünden geçti. Birden uyandım; evet, eğer göktaşını yok edersek
kahraman olacaktık; ama öldükten sonra kahraman olsak neyimize yarardı ki! Tam
Alper’i uyandırmaya giderken onunda aynı şekilde beni uyandırmaya geldiğini
gördüm. Aynı şeyi düşünüyorduk, göktaşını boşverecek ve diğer ülkelerin
gezegenlerinden birine gidecektik. Göktaşına 500km kadar kalmışken 90o
sola dönerek rotamızı Mars’a doğru çevirdik; fakat ne bilebilirdik ki Hüsonunda
yön değiştireceğini...
Burak Bora